..................
Tokat'a göç etmiş Dağıstanlı Türk aileleri vardı o zaman, asil, vakur. Bir de hep şık giyimli, kızları ayrı, erkekleri ayrı güzel Çerkesler. Onlar da göç etmişler. Çerkes köylerine gittiğinde insanın ağzı açık kalırdı; gümüş takımla, semaver bardakla çay içilirdi. Çerkes mızıkası denen, akordeon benzeri bir alet çalarlardı.
.......................
İlk kez bir kostüm giyiyordum, ön göğüs cebime bir ayna, bir de tarak koymayı unutmamıştım; bu, kostümün havasıydı. Başımdaki kasket bile kumaşla aynı renkteydi. Vay be, şöyle bir resmimi çekseler ne afili olurdu! Turhal da indik, istasyonda beklemeye başladık. İlk defa tren görecektim. Kahve gibi bir yere oturduk. Anam istasyonda uzun boylu, Çerkes kıyafetli yakışıklı birini gördü. Ooo, bizim Çerkes Yusuf ağa. Adam da bizi görmüştü. Ooo, Pehlivan ağamın gelini. Hayrola, nereye gidiyorsun böyle? Ne o, yoksa Sivas a mı yolculuk, kızının yanına? Yok ağa yok, bizim deli oğlanı İstanbul a yolluyorum. Adamcağız şaşırıverdi: Yahu Makır bacı, bu deli hel demiş sen de ona bel olmuşsun . Tövbeler olsun! Allah a emanet artık. Laf dinletemedik, bir kere ağzına bal sürüldü, bağlasan durmaz. Bu deli oğlanı yollamazsam kaçıp gider. Peki kime gidiyor bu oğlan? Haydarpaşa da amcası karşılayacak. Sen de galiba İstanbul a gidiyorsun. Mukayyet ol oğluma, önce Allah a, sonra sana emanet. Hiç kaygun olmasın hatun abla. Kayınbabanın çok ekmeğini yemişim, iyi ki bana rastladın. Dört gece üç gün yolumuz var, bu çocuk perperişan olurdu. Yolda Yusuf amca yol boyunca bana hayat hikâyesini anlattı. Meğer onu atlı Çerkesler, Tehcir zamanı o daha üç yaşındayken, ölmüş bir kadının yanında çırılçıplak vaziyette ağlarken bulmuşlar. Çerkeslerde at her şeydir, atı olmayan Çerkes yoktur. Bir defasında babam değirmende beni bir Çerkes köyüne götürmüştü de, genç kızların, oğlanların giyim kuşamlarına hayran kalmıştım. Bizim Tokat halkı ne yazar onların yanında! Evlerinde her şey gümüştü; babamla bana çay yaptılar, gümüş semaver, gümüş çaydanlık, gümüş bardaklar. Kızları, erkekleri bizim Tokat takinden çok daha serbestti. Mızıka dedikleri, ama akordeona benzeyen körüklü bir çalgıları vardı, onun eşliğinde ritmik, kıvrak danslar yapıyorlardı. İşte Çerkesler bu çocuğu atlarının terkisine alıp köye getirmişler, temizleyip paklamışlar. Onu bulan adam adını Yusuf koymuş ve kendine evlat yapmış. Ben askerlik çağıma geldiğimde anlattı babacığım bana bütün bunları. Artık yirmi yaşındasın, istersen Tokat a gidebilirsin, belki bir akraban çıkar, vebali bizden gitsin, seni azat ediyoruz, dedi. Askere giderken onlarla vedalaştım, dönüşte Tokat a yerleştim. Geçmişe dair hiçbir şey bilmediğim için kimseyi bulamadım, yengen Yeran la evlendik ha deli oğlan. Vaftiz olmadan papaz efendi düğünümüzü yapmadı, biz de vaftiz olduk. Yusuf un Ermenicesi olan Hovsep ismini aldım ama herkes beni Çerkes Yusuf diye çağırır. Yusuf amca Tokat ta deri ticareti yapıyordu ve çok saygı görüyordu. O yolculuk boyunca beni bir baba gibi sahiplendi. O zamanlar kompartımanlarda fileden yapılma yük yerleri vardı. Yusuf amca diğer yolculara: Ağalar, şu hamağı bu delikanlıya yatak yapacağım. Çocuktur, dört gece uykusuzluğa dayanamaz, harap olur, dedi ve ben dört gece o filenin içinde yattım. İstanbul... İstanbul... Haydarpaşa ya vasıl olduğumuzda bitkin vaziyetteydim. O ne heybetli binaydı, çocuk romanlarında okuduğum dev şatolara benziyordu. Biz onun yüzde birine konak derdik Tokat ta, vay canına, alt tarafı tren garı. Çerkes Yusuf amcayla vedalaştık.
........................
1940'lı yıllar Tokat...
Agop Arslanyan:
"ADIM AGOP, MEMLEKETİM TOKAT" kitabından alınmıştır.
Resim temsili bir resimdir.
Oğuz Berk
11 Nisan 2022 - Ankara