• 27 Nisan 2024, 22:18

    Oğuz Berk - Uluslararası Kafkas Derneği Başk.
    3 Mayıs 2019 Kayseri
    Çerkesler ve Mustafa Kemal ilişkilerinde en tartışmalı döneme girmeden bazı konuları açıklamakta fayda var.
    Mustafa Kemal, Çerkesler, Milli Mücadele konusunu ele alıyorsanız, Mustafa Kemal’in nasıl bir ortamda yetiştiğini, eğitimini, bilgi birikimi, tecrübesini, ilişkilerini, hedeflerini bilmek zorundasınız.
    Milli Eğitim’de okullarımızda okutulan o kadar ucube bir tarih var ki, % 90’nı yalan ve Mustafa Kemal’i insan üstü bir varlık göstermek için uydurulmuştur.
    Daha ilkokul yıllarında bize öğretilen, Mustafa Kemal’in Milli Mücadeleyi kafaya koyduğu, bunun için İngiliz Donanması tarafından kuşatılmış İstanbul’dan, bir gece yarısı pusulası bile olmayan "taka bir gemi" ile Samsun’a gittiği ve Milli Mücadele’yi başlattığı anlatılırdı.
    Buna itiraz etmek ne mümkün, 1980 Cunta darbesinin hemen ardından, yok öyle olmadı diyemezsiniz. Mustafa Kemal, padişahın “3. Ordu Müfettişi” olarak görevlendirmesi, İngilizlerin onayı ile, o günki Osmanlı’nın elindeki en iyi gemilerden birisi Bandırma vapuru ile resmi görevli olarak Samsun’a gitmiştir, demek ve konuşmak mümkün değildi. Bu gün bile “insan üstü bir varlık” Mustafa Kemal karizmasına leke getirecek bir çıkış yapmazsınız. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, “Şeyh uçmaz, mürid uçurur” derler ya o misal, Mustafa Kemal taraftarları da, ona olağanüstü vasıflar yüklemeye, dokunulamaz, eleştirilemez, hata yapmaz bir konuma taşımaya çalıştılar. Halbuki Mustafa Kemal’in bir insan olması, hatalarının, eksiklerinin zaaflarının olması, tüm bunlara rağmen elde ettiği başarılar onu çok daha değerli yapar.
    Eskilerin bir tabiri vardır: “İfrat ve tefrit” derlerdi. Yani her şeyde aşırıya gitmek. Sevgide ve nefrette, dostlukta ve düşmanlıkta aşırıya gitmek, hakkını teslim etmekte de, cimri olmak. Bu gün de, aynen geçerlidir. Mustafa Kemal sevgisi ve düşmanlığı, Recep Tayyip Erdoğan sevgisi ve düşmanlığı, hatta spor kulüplerine, sanatçılara, yönelik sevgi ve düşmanlıkta da insanlar, ifrat ve tefritte sınır tanımıyor.
    Liderler normal şartlar altında ortaya çıkmazlar. “Kaptanın iyisi, fırtınalı denizde belli olur” derler ya, Mustafa Kemal’de 600 yıllık Osmanlı tarihinin en zor günlerinde savaş meydanlarında, siyaset arenasında yetişmiş bir isimdir. Libya, Cezayir, Balkanlar, Çanakkale savaşları gibi en çetin savaşlarda yetişmiş bir askerdir. Osmanlı’ya olağanüstü saldırıların olduğu bir ortamda savaş ve siyaset tecrübesi edinmiş bir devlet adamdır. Ülkenin iç dengelerini, ülke içindeki güçleri, uluslararası ilişkileri en ince ayrıntısına öğrenmiş, analiz etmiştir.
    Mustafa Kemal, seversin ama sevmezsin, Osmanlının en fırtınalı döneminde, yetişmiş en iyi kaptandır. İdealleri olan, hedefleri olan, hırsları olan, zaafları olan, onu tanıyan herkesten çok kendini tanıyan, çok zeki bir liderdir. “Eksiklerini bilen bir adam” ancak onları telafi etmeyi bilir,
    Mustafa Kemal, binlerce yıllık Türk devlet tecrübesi içinde yetişmiş, kendini sürekli geliştirmiş, sürekli yeni ilişkiler, yeni stratejiler kurmuş, ama bu süre zarfındada “kafasındaki hedeften” hiçbir zaman vazgeçmemiş bir adamdır.
    Sonuç olarak Mustafa Kemal, “hedefe ulaşmak için herkesi ama herkesi ihtiyacı olduğu anda, ihtiyacı olduğu kadar yanına almış, yanında tutmuştur”. Buna duygusal ve kindar bir yaklaşımla, Mustafa Kemal, herkesi kullanmış ve kenara atmıştır diyebilirsiniz. Aslında dünyanın her yanında bu bir siyasi realitedir. Tüm liderlerin yola çıktığı ve yola devam ettiği kadroları farklıdır. Bu gün bile bu tablo farklı değildir. Bırakın siyaseti ve devlet yönetimini, hayatın her noktasında böyledir. İş hayatında bile yola çıktınız kadrolar ile devam ederseniz iflas edersiniz.
    Aslında kitaplar dolusu anlatılmış bir liderden ve her biri ciltlerce kitap olmuş olaylardan bahsediyoruz.
    Çerkesler ve Türk Cumhuriyeti tarihi açısından 100 yıldır konuşulan, tartışılan, bu yazı dizisinin de, bir parçası olacak Çerkes Ethem meselesi sadece 1919-20 yıllarını kapsar, hatta bu iki yılı bile değil, sadece bu iki yıllık dönemin son 2-3 ayıdır tartışma konusu olan. Bu 2-3 aylık dönem için bile onlarca kitap yazılmıştır.
    Mustafa Kemal içinde, hayatının sadece 6-7 yıllık döneminde Çerkesler büyük önem arz etmektedir. Yoksa tabiri caizse gece gündüz gündemi Çerkesler değildir. Mustafa Kemal açısından bakıldığında, “ihtiyacı kadar ilişki kurmuş, ihtiyacı kadar faydalanmış” sonra daha güçlü ilişkiler kurmuştur. Bu sadece Çerkeslerle ilişkilerinde değil, tüm hayatı boyuncada böyle olmuştur.
    Bu arada bir parantez açıp, Türkiye Cumhuriyeti Kuruluşunda İç savaş (İç İsyanlar) konusuna bir iki cümle değinmek gerek. Kurtuluş Savaşı sadece, İngiltere, Fransa, Yunanistan’a karşı verilen bir savaş değildir, ondan çok daha büyük bir İç savaş gibidir. Tarih kitaplarında buna, bu günün tabiri ile İç savaş denmez, İç İsyanlar denmektedir. Kurtuluş Savaşı ve İç İsyanları, rakamlarla bir karşılaştırmak gerekirse, ortaya dehşet bir tablo çıkmaktadır. Kurtuluş savaşında Yunan, İngiliz, Fransız, İtalyanlara.... karşı verdiğimiz savaşlarda ölü sayısı 37,975 kişi… 1919-38 arası, İç isyanlarda 50’ye yakın isyan ve çatışmada ölen sayısı, İstiklal Mahkemeleri kararları ile Vatana ihanetten idam edilen sayısı ( 1352 kişi), Kurtuluş Savaşındaki cephede verdiğimiz zaiyattan fazladır. Sadece 1937-38’de Dersim isyanında öldürülen insan sayısı 13.160 kişidir. Diğer 44 tane iç isyanda ölen, öldürülen insan sayısı bulabildiğimiz kaynaklarda geçmiyor. Dersim isyanları, 1892’de başlamış, bu gün bile PKK terör örgütü varlığı ve geçmişini, o günlere dayandırmaktadır.
    Çok uzun yıllardır Çerkeslerle münasebeti olan Mustafa Kemal’in bu ilişkide zirve ve kırılma noktası 1920 yılıdır. Şu ana kadar bahsettiğimiz Mustafa Kemal ile Çerkesler arasındaki münasebetlerin konusu, Samsun’a çıkmadan önce İstanbul ve çevresindeki Çerkesler ve Samsun’a çıktıktan sonraki Samsun, Amasya, Tokat, Sivas ( Kayseri ifadesini kullanmıyorum o dönemde Çerkeslerin yaşadığı Aziziye ( Pınarbaşı) Sivas’a bağlı idi) Çerkesleri kapsayan ilişkilerdir. Atatürk’ün Ankara’ya gidişine kadar Çerkeslerle münasebetler, toplantılar, kongreler, istişare ( Çerkeslerin tabiri ile Vunafe) ve himaye boyutunda iken Ankara’ya ulaştıktan sonra işin şekli değişti. Samsun, Amasya, Tokat, Sivas bölgeleri silahlı çatışma ve işgal bölgeleri değildi. Artık Karadeniz ve İç Anadolu Çerkesleri yerine, düşmanla yüz yüze kalmış savaşan, can alan, can veren Marmara ve Ege Bölgesi Çerkesleri vardı. Hem içinde bulundukları durum, hem de karakterleri farklı idi. Ve bu Çerkeslerin çok büyük bir kesimi de padişaha sadakatle bağlı, savaşçı insanlardı.
    İşin doğrusu Erzurum ve Sivas Kongrelerinde de, delegelerin hepsi padişaha bağlılıktan ödün vermemişti. Hatta Sivas Kongresi 7 gün sürerken, Mustafa Kemal Paşa’nın anılarında da bahsettiği üzere, Kongrenin ilk 3 günü vatan ve milletin kurtuluşu konuşulmamış, İttihat ve Terakkici olmadıklarına ve padişaha sadık kalacaklarına dair yemin etmekle geçmiştir.
    İç isyanların bir çok çıkış sebebi varken bunlardan biride Cumhuriyetin kurucu çekirdek kadrolarının çizgi değiştirmesi, söylem değiştirmesi ve milletin dini hassasiyetlerini dikkate almamaları idi. Mustafa Kemal’in padişahlık, hilafet ve din konusundaki söylemlerinin, icraatlerinin değişmesine çok yakın bir değişim Rauf Orbay’ın hayatında da görülür. Rauf Orbay dine oldukça mesafelidir, Orbay’ın yeğeni Zafer Orbay’da aynı şeyleri söylemektedir. “ “Görmedim öyle bir şeyini. Camiye gittiğini, namaz kıldığını, dualar ettiğini de hiç duymadım.” ( Yeni Şafak- Zafer Orbay röportajı 07.12.2005) Cumhuriyetin kurucu A takımı diyeceğimiz isimler arasında, İslami hassasiyeti en yüksek isim Kazım Karabekir Paşadır. Onunda yolları Mustafa Kemal ve diğer ekip üyeleri ile ayrılmıştır.
    Mustafa Kemal’in, Ege ve Marmara Çerkesleri ile münasebetlerinde yine kilit isim Rauf Orbay ve Ali Fuat Cebesoy’dur. Mustafa Kemal, Samsun’a çıkmadan çok önce silahlanma, örgütlenme ve Milli Mücadele, Ege ve Marmara'da başlamıştı zaten.
    19 Mayıs’ta Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa’yı henüz tanımayan, Karadeniz ve İç Anadolu’daki gelişmelerden haberi olmayan İzmir Ödemiş’in, Çerkes Hacı İlyas Köyü 1 Haziran1919'da Yunanlılarla çatışmaya girmiş, 5-6 saatlik bir çatışma sonucu köy ele geçirilip komple yakılmıştır.
    Mustafa Kemal, Samsun’a giderken, Rauf Orbay Marmara bölgesine inmiş kendilerini, Teşkilat-ı Mahsusa’dan iyi tanıdığı hepsi Çerkes olan Kuşcubaşı Eşref, kardeşi Sami Bey ve Çerkes Reşit bey, Tevfik bey ve kardeşi Çerkes Ethem Bey’lerle temasa geçmişti. Yunana direnme kararı alınırken, ilk silahlar ve mühimmatta Kuşcubaşı Eşref Sencer’in, Salihli’deki çiftliğine daha önce saklanmış silahlardan temin edilmiştir.
    Cumhuriyet döneminin Çerkesler açısından en tartışmalı dönemine girmeden önce bir konuya değinmek zorundayız.
    Çerkesler neden bu kadar yoğun bir şekilde Milli Mücadele’de yer aldılar, onlardan başka vatansever mi kalmamıştı? Nüfusa oranla sayıları bu kadar az iken, neden bu kadar ön planda idiler?
    Bu sorunun cevabı biraz daha eski yıllara gidiyor. Kurtuluş savaşı yıllarında çatışma noktalarına bakarsanız buralar neredeyse 900 yıldır Selçuklu ve Osmanlı toprağı olarak ne bir işgal, ne de bir soykırım yaşamıştı. İzmir, Bursa, Balıkesir, Antep, Maraş… tüm bu bölgelerdeki halklar 900 yıldır savaş, sürgün, soykırım nedir bilmiyordu. Ama Çerkesler 1556’da başlayan Rus Kafkas savaşlarında, 1864'e kadar 308 yıl, bunları iliklerine kadar yaşamış insanlardı. Yüzlerce yıllık bir savaşın ardından daha 30-40 yıl önce geldikleri “son vatanlarında” da aynı şeyle karşı karşıya kalmışlardı, işte bu psikoloji Çerkesleri harekete geçiren en önemli faktördü.
  • WhatsApp