
28 Nisan 2024, 22:43
Oğuz Berk
Uluslararası Kafkas Derneği Başk.
10 Mayıs 2019 Kayseri
Voltaire, "Tarih üzerinde mutabık kaldığımız yalanlardır." der,
Winston Churchill ise "Tarihi kazananlar yazar" diyor.
Maalesef, bize Kurtuluş savaşımızla ilgili İnkilap Tarihi kitaplarında öğretilenlerde bir yalanlar yumağıdır.
Kurtuluş Savaşı’nın kalbi Batı Cephesi, Ege ve Marmara Bölgesi’dir. Osmanlı’nın Başkent’i İstanbul’da dahi çatışma olmamıştır.
Batı Cephesinde Yunan İşgali ile başlayan çatışmalar çok büyük bir savaşa dönmüş, Yunanlılar 200 bin kişiyi bulan bir ordu yığmıştı ve bunun karşısında çoğunluğu Çerkeslerden oluşan, Çerkes Ethem Bey’in 7500 kişilik, Kuvay-ı Seyyare'sinden başka ciddi bir güçte yoktu. Yunan Ordusunun bu ezici gücü karşısında, Çerkes Ethem Bey olağanüstü başarılar elde ediyordu.
Prof. Dr. Toktamış Ateş’in ifadesiyle: “Hatta hiç abartmadan şunu söyleyebiliriz ki, eğer Çerkes Ethem ve onun kuvvetleri olmasa idi, Ulusal Kurtuluş mücadelesi başlamadan ortadan kaldırılabilirdi.” ( Çerkes Ethem Belgeseli). Yine o günleri anlatan tarihçi Muhittin NALBANTOĞLU: “Çerkes Ethem çok büyük bir vatansever, kurtuluş savaşının ilk günlerini düşünün, bir tek kişiye ihtiyaç duyulduğu günlerde, bu adam Yunanlıları sahillere çakılı bırakıyor, Anadolu ya bırakmıyor.” (Çerkes Ethem Belgeseli)
Kurtuluş Savaşı, sadece işgal güçlerine karşı bir savaş değil, aynı zamanda bir iç savaştı, iç isyanlar içinde birer cephe diyecek olursak, 11 Mayıs 1919 – 1923 arası 44 iç isyana, 44 cephede müdahele edilmiştir. (Milli Mücadele İç İsyanlar / Dr. Yunus Kobal Hacettepe Ünv.)
1919-20’da Ankara Hükümetinin elinde hiçbir ciddi askeri güç yokken, İç İsyanlarda başrolde yine Çerkes Ethem bey vardır. Tarihçi İsmet Bozdağ’ın ifadesiyle “Nerede bir yangın varsa oraya yetişen bir Çerkez Ethem kuvvetleri vardı.” .” (Çerkes Ethem Belgeseli)
İç Savaşın, Çerkesler açısından en dramatik olaylarından biri Anzavur Olayları, diğerleri ise Adapazarı, Düzce ayaklanmaları idi. Daha önceki yazımızda belirttiğimiz üzere, bu iki isyanda “Hainlerin vatan mücadelesi”(!)ne dönmüştü. Her iki olayda da, İstanbul Hükümeti adına hareket edenlerde, Ankara Hükümeti adına olaylara müdahele edenlerde Çerkeslerdi.
Şagüj İdris Tekin arkadaşım, daha önce aktardıklarımız karşısında, Anzavur – Çerkes Ethem çatışmalarını “Çerkeslerin Kerbelası” diye tanımlamıştı. Doğru, ancak Çerkesler bunu daha önce Sarıkamış’tada yaşamıştı, sonrada Adapazarı - Düzce isyanlarındada yaşayacaktı.
******
Araya kısa bir not ekleyip Batı Cephesine geri dönelim.
1. Dünya savaşında Kafkas Cephesinde yine Çerkesler en ön safta idi. Kayseri Uzunyayla’dan Sarıkamış’a gitmiş, 1500 Çerkes Süvariden 1450 tanesi orada şehit düşmüş ancak, 50 tanesi geri dönebilmiştir. O günlere dair yaşlılarımızın anılarında aktardıklarına göre gündüz süren savaşın ardından akşam askerler siperlere çekiliyor, kendi aralarında şarkılar, ağıtlar söylüyordu. Osmanlı’nın en ön safında savaşan Çerkesler gece karşı siperlerden gelen Çerkesce şarkılardan anlıyorlarki Rus ordusunun en ön safında savaşanlarda Çerkeslerdi. Çünkü Rusya Kafkasya’yıyı igal ettikten sonra Çerkes çocuklarını askere almış ve en ön saflara sürmüştü. Osmanlı askeri olarak, savaşı kazanırsak Kafkasya’ya döneceğiz hayali kuran Çerkesler kardeşleri ile savaşıyordu.
Birebir aynı tablo bu sefer Türk Kurtuluş savaşında yaşanıyordu. Kendilerine yer, yurt, toprak veren Padişaha vefa borçlarını ödemek isteyen Çerkesler Padişahın yanında, vatanın kurtuluşu için çareyi Mustafa Kemal ve Ankara Hükümetine destek vermekte gören Çerkesler, Ethem Bey’in yanında savaşıyordu
Sarıkamış’ın, ardında ikinci ve üçüncü kez karşı karşıya geliyordu ve kardeş kanı dökülüyordu.
Bu gün bile bu Marmara ve Ege Çerkesleri arasında silinmez dramlara sahne olmuş olayların sebebi “vatanseverlik ve bu vefa borcu” hisleridir. İç isyanlarda, Yunan ordusu karşısında bile üstün başarılar elde eden Çerkes Ethem, olayları bastırmak için görevlendiriliyordu
13 Nisan 1920’de Ankara, kendisinin tarihsel sorumluluğunu ortadan kaldıracak, belki de en önemli hamleyi yapıyor. Belki sorumluluğu üzerinden atmak için bilinçli olarak belkide, iyi niyetle. “Kardeş Kanı dökülmesin siz bu işi aranızda konuşarak halledin” diyerek, Düzce isyanlarında yine bir Çerkes olan Yarbay Mahmut Bey’i isyancıların üzerine gönderiyordu.
Düzce İsyanının ileri gelenleri ile bir araya gelip barış yapan Yarbay Mahmut Paşa, 25 Nisan 1920’de pusuya düşürülerek öldürülüyordu.
İşte bu olay üzerine Çerkes Ethem, Düzce İsyanın bastırmak üzere Düzce’ye geliyor.
Savaş meydanlarında Çerkes Ethem’in hiçte merhametli olduğunu söyleyemeyiz. Yarbay Mahmut’un hem de, kendi hemşerileri tarafından pusuya düşürülüp öldürülmesi Çerkes Ethem’i çok sert tedbirler almaya itiyor. Düzce İsyanı bastırıldıktan sonra, isyana katılan Çerkes ileri gelenleri başta Berzeg Bey olmak üzere Düzce’de, Ethem bey tarafından asılır. Bu gün dahi Düzce, Adapazarı Çerkesleri, “Çerkes Ethem’in, henüz kendisi Düzce’ye gelmeden silahlarını bıraktıklarını, barış sağlandığını ona rağmen kardeş kanı döktüğünü, masum insanları öldürdüğünü” anlatırlar. Çerkes Ethem kendisine gelip, Berzeg Bey ve diğerleri için merhamet isteyenlere “Aynı merhameti niye Yarbay Mahmut Bey için istemediniz, Mahmut'un başına gelenlerin benim başıma gelmeyeceğini, kim garanti edebilir” cevabını verdiği rivayet edilir.
İşin sonunda söyleyeceğimiz bir cümleyi şimdiden söyleyelim, tabiri caizse “Çerkes Ethem, ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabilmiştir.”
13 Nisan 1920’de isyancıları hizaya getiren Çerkes Ethem Bey, sadece birkaç ay sonra Aralık 1920’de isyancı ilan edilip, üzerine ordu gönderilecektir.
Çerkes Ethem, küçük bir Osmanlı zabiti iken, ( Bu günki astsubay rütbesinde) Ankara’da omuzları yıldızlarla dolu albayların, generallerin çok üzerinde bir şöhrete sahip. O kadar ki, Türk Kurtuluş Destanında, her yerde, köylerde, şehirlerde hatta TBMM’de Çerkes Ethem konuşuluyordu. Çerkes Ethem’e ilgi ve iltifat, seslendirilmese bile, artık rahatsız etmeye başlamıştı. 15 Mayıs’ta İzmir’e çıkmış Yunan’ın, bir yıl geçmesine Ege’ye çakılıp kalması Ankara’ya müthiş bir özgüven kazandırmıştı. 1920’nin ortalarından itibaren Ankara’da Milli Mücadele yanında yeni devletin lideri kim olacak tartışmaları yaşanıyordu.
Batı Cephesinde efsaneleşen Çerkes Ethem, özelikle Mustafa Kemal muhaliflerinin göz bebeği idi, Çerkes Ethem adına marşlar yazılıyordu. Bu marş, Mareşal Fevzi Çakmak’ın ifadesiyle ““Üstadane bir zevkle” besteleniyordu.
“Güneş ay gibi ülkeyi parlattı
Kahraman Ethem cihadın senin
Gaybı şarkı yerinden oynattı
Kahraman Ethem nejadın senin
Yurdun Kafkas’tır, uludur oymağın
Kalplerden böyle yadların vardır
Gönlün yücedir dünyadır otağın
Âlemde böyle adların vardır.
Adına marşlar yazılan küçük zabit, artık çok olmaya (!) başlamıştı. Tamda bu dönemlerde 3-4 Mayıs 1920 tarihlerinde, Çerkes Ethem, ağabeyleri Reşit ve Tevfik Bey’lerin çok iyi anlaştıkları Batı Cephesi komutanı Ali Fuat Paşa, görevden alınıyor hem Genel Kurmay Başkanı, hem Batı Cephesi Komutanı olarak İsmet İnönü atanıyordu.
İsmet İnönü’nün Batı Cephesi Komutanı olduğu andan itibaren Çerkes Ethem ve kardeşleri ile İnönü arasında çekişmeler başlıyor.
İsmet İnönü, 9 Nisan 1920’de Ankara'ya geliyor, 23 Nisan 1920’de meclise giriyor ve milletvekili oluyordu. Ankara’ya geldiği henüz bir ay olmadan da, önce milletvekili, sonrada Genel Kurmay Başkanı ve sonrada Batı Cephesi komutanı olmuştu.
İsmet İnönü, milli mücadelenin en ateşli günlerinde tabiri caizse ortada gözükmemişti, Milli Mücadele’ye bile katılmamış biriydi. Kazım Karabekir Paşa’nın anılarında ifade ettiğine göre İsmet İnönü, "Amerikan Mandasını kabul edip çiftlik ağası olmak derdindedir". Kazım Karabekir Paşa’ya yazdığı bir mektupta ise: ”Kurtuluşumuz ümitsiz Kazım, bırak bu işleri birer çiftlik alalım sen Kazım Ağa ben de İsmet Ağa olalım" diyordu. (İstiklâl Harbimiz-Kazım Karabekir)
İşte bu İsmet İnönü’nün gelişi, hızlı yükselişi, neredeyse 2 yıldır canını dişine takmış Çerkes Ethem tarafından hiç hoş karşılanmadı. Bu süreç, zaten beklenenin üstünde işler çıkaran küçük zabitin harcanması sürecinin başlangıcıdır. Ünlü tarihçi Yavuz BAHADIROĞLU bu dönemde yaşananları: “Çerkez Ethem’in yok edilmesine karar verilmişti de, formül aranıyordu aslında. Çerkez Ethem’de kendini feda etmemek için direniyordu… “ şeklinde anlatıyor.
Ethem bey, Yozgat İsyanından önce, TBMM’de milletvekilleri tarafından "Münc-i Millet" ( Milletin Kurtarıcısı) ilan edilmişti. Tek başına "bu tablo bile Ethem Bey’in harcanması için yeter" bir sebepti.
15 Mayıs 1920’de başlayan Yozgat İsyanı, Çerkes Ethem içinde sonun başlangıcı olmuştu. Çerkes Ethem, Batı Cephesinde ve İç Savaştaki tüm cephelerde, Ankara’nın tek gücü idi. Ethem Bey, Batı cephesinde Yunan Ordusuna karşı savaşırken Ankara hemen yanı başında patlak veren bir isyanla dahi baş edemiyordu, o kadarki, Batı Cephesi Komutanı ve Genel Kurmay Başkanı İsmet İnönü, Çerkes Ethem’e gönderdiği telgrafta aynen şu ifadelere yer veriyordu. "Maalesef elimizde Yozgat isyanın bastıracak hiçbir imkan yoktur"
Aylardır süren, Ankara'nın bir türlü bitiremediği Yozgat isyanı Ethem bey tarafından, bir kaç günde bastırılıyordu.
1. ve 2 . TBMM'de Sinop milletvekillliği, sağlık bakanlığı yapan, sonrada kendiside Mustafa Kemal'e muhaliflikten dolayı, İzmir Suikasti davası ile hain ilan edilen, Doktor Rıza Nur'un hatıratında yer alan şu sözler, çok dikkat çekicidir.
"Çerkez Ethem, Düzce ve Bolu’da yaptığı hizmetlerden dolayı herkes tarafından takdir edildi. Millet Meclisi kendisini alkışladı ve hatırımda kaldığına göre kendisine resmen ‘Milli Kahraman’ ünvanını verdi. Bir Çerkez Milli kahraman oldu! Hem de bir eşkıya…. Bu ünvandan sonra Ethem Ankara’dan geçip Yozgat’a isyan bastırmaya gitti. Bastırdı. Oradan isyanın Ankara Valisi Yahya Galip’in seyahati neticesi olarak zuhur ettiğini beyan ederek hükümetten Yahya Galip’in Yozgat’a gönderilmesini istedi. Yahya Galip titredi. Çünkü Ethem’in şakası yok, hemen asıyor. Yahya’nın işte ne derece müdahelesi olduğunu bilmiyorum. Bu konuda iyi bir soruşturma yapılıp neticesi bize bildirilmedi.” Mustafa Kemal Paşa, Yahya Galip’i vermedi. Bu da ikisinin arasının daha da açılmasına yol açtı, Bkz., Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, C: III, İstanbul 1967, s.630-631.